'Prophecy' ile örnek cümleler. 'Prophecy' cümle içinde kullanımı.
Kehanet, genellikle ilahi rehberlik veya doğaüstü içgörüden ilham aldığı söylenen, gelecekteki bir olay hakkındaki bir tahmin veya bildiridir.
Örnek Cümleler
He felt burdened by the weight of the prophecy.
Kehanetin ağırlığı onu yük altında hissettirdi.
They embarked on a quest to fulfill the prophecy.
Kehaneti yerine getirmek için bir maceraya atıldılar.
Her dream felt like a prophecy of what was to come.
Rüyası, gelecekte olacakların bir kehaneti gibi hissettirdi.
The mysterious prophecy left everyone in suspense.
Gizemli kehanet herkesi merakta bıraktı.
The prophecy revealed a hidden truth about their past.
Kehanet, geçmişlerine dair gizli bir gerçeği ortaya çıkardı.
The prophecy warned of betrayal from within their circle.
Kehanet, gruplarının içinden gelecek bir ihanete karşı uyarıda bulundu.
They eagerly awaited the fulfillment of the prophecy.
Kehanetin gerçekleşmesini hevesle beklediler.
He spent years trying to interpret the cryptic prophecy.
Gizemli kehaneti yorumlamak için yıllarını harcadı.
His vision seemed like a prophecy foretelling disaster.
Görüsü, felaketi önceden bildiren bir kehanet gibi görünüyordu.
The prophecy foretold a time of great change in the kingdom.
Kehanet, krallıkta büyük bir değişim zamanını öngörüyordu.
Her words felt like a prophecy as they came true days later.
Sözleri, birkaç gün sonra gerçekleştiğinde bir kehanet gibi hissettirdi.
The villagers feared the prophecy of a devastating flood.
Köylüler, yıkıcı bir sel kehanetinden korkuyordu.
The prophecy gave the young prince the courage to fight.
Kehanet, genç prense savaşma cesareti verdi.
The prophecy was vague, leaving much room for speculation.
Kehanet belirsizdi ve çok fazla yoruma açık bırakıyordu.
The old book’s prophecy had been proven accurate before.
Eski kitabın kehanetinin daha önce doğru olduğu kanıtlanmıştı.
No one could agree on the true meaning of the prophecy.
Kimse kehanetin gerçek anlamı konusunda hemfikir olamadı.
The prophecy was written in a language that no one could decipher.
Kehanet, kimsenin çözemediği bir dilde yazılmıştı.
She dismissed the prophecy as nothing more than a superstition.
Kehaneti bir batıl inançtan başka bir şey olarak görmedi.
The prophecy was carved into the walls of the ancient temple.
Kehanet, antik tapınağın duvarlarına kazınmıştı.
The prophecy warned of a great storm that would destroy the city.
Kehanet, şehri yok edecek büyük bir fırtına konusunda uyardı.
A prophecy was handed down through generations in their family.
Ailelerinde nesilden nesile aktarılan bir kehanet vardı.
The prophecy spoke of a time when peace would return to the land.
Kehanet, barışın yeniden topraklara döneceği bir zamandan bahsediyordu.
The prophecy gave the people hope during their darkest days.
Kehanet, insanların en karanlık günlerinde onlara umut verdi.
Some believed the prophecy, while others thought it was a myth.
Bazıları kehanete inanırken, diğerleri onun bir efsane olduğunu düşündü.
The prophecy mentioned a rare comet that would appear in the sky.
Kehanet, gökyüzünde belirecek nadir bir kuyruklu yıldızdan bahsediyordu.
They consulted an oracle to learn more about the prophecy.
Kehanet hakkında daha fazla bilgi edinmek için bir kahine danıştılar.
The ancient scroll contained a prophecy about a distant war.
Antik parşömen, uzak bir savaşla ilgili bir kehanet içeriyordu.
A prophecy from centuries ago seemed to align with recent events.
Yüzyıllar önceki bir kehanet, son olaylarla örtüşüyor gibiydi.
The villagers whispered about a prophecy they had all but forgotten.
Köylüler, neredeyse unuttukları bir kehanet hakkında fısıldaşıyordu.
The prophecy described a great leader rising from humble beginnings.
Kehanet, mütevazı bir başlangıçtan yükselen büyük bir lideri tarif ediyordu.
Legends and prophecies often intertwined in their culture.
Efsaneler ve kehanetler, kültürlerinde sıklıkla iç içe geçmişti.
The prophecy’s fulfillment depended on a series of unlikely events.
Kehanetin gerçekleşmesi, bir dizi olasılık dışı olaya bağlıydı.
Many dismissed the prophecy, thinking it too far-fetched.
Birçok kişi, kehaneti çok uçuk bularak reddetti.
The prophecy came true when the mountain erupted, just as foretold.
Kehanet, dağın patladığı zaman tam da söylendiği gibi gerçekleşti.
Each line of the prophecy was open to multiple interpretations.
Kehanetin her satırı, birden fazla yoruma açıktı.
The prophecy sparked a debate among scholars and historians.
Kehanet, akademisyenler ve tarihçiler arasında bir tartışma başlattı.
The prophecy was etched into the surface of an ancient artifact.
Kehanet, antik bir eserin yüzeyine işlenmişti.
The prophecy suggested that balance would one day be restored.
Kehanet, bir gün dengenin yeniden sağlanacağını öne sürdü.
Her grandmother’s prophecy about her future proved eerily accurate.
Büyükannesinin geleceğiyle ilgili kehaneti ürkütücü bir şekilde doğru çıktı.